Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir (1890-1973) kendini anlatıyor:

1880 yılında Girit’te doğdum. Babam, Türkiye’nin Atina büyükelçisi oldu...

Üç - dört yaşındayken, küçük kardeşimle kayıkta oynarken, kayıkçı deniz aynasını denize tuttu.

Denizaltı alemini görünce, tokat yemiş gibi sarsıldım.

Yazı yazmayı öğrenmeden önce, sabahtan akşama kadar resim yapardım.

Altı yaşında oradaki mahalle mektebinde okuma - yazma öğrendim.

10 yaşında bir misyoner kuruluşu olan Robert Kolej’e gönderildim.

Sabah, öğlen, akşam ve yatmadan önce dua ediyorduk ve ben çok sıkılıyordum...

Kütüphanelerde, içleri hayat dolu kitaplar vardı.

Dua kitaplarını sevmediğim ve okumadığım için o kitaplar bana yasak edildi.

Elektrik feneri icat edilmişti.

Gece yorganla battaniyeyi çadır yapar elektrik feneriyle, arkadaşlarıma aldırdığım kitapları okurdum.

Oxford üniversitesine gönderdiler, isteksiz gittim.

En kolay konuyu seçtim, üç - dört yıl öğrendim.

Üç - dört yıl da öğrendiğimi unutmak için sarf ettim..

İlk Dünya Savaşı'nda babamla yaşadığım o fatal gece sonrasında yedi yıl ceza evinde yattım..

Savaş sonrası asker kaçaklarının kendileri gelip teslim oldukları halde yargılanmadan asıldıklarını yazdım.

Ankara İstiklal Mahkemesi’nde, Bodrum’da üç yıl kalebentliğe (sürgün cezasına) mahkum ettiler.

Mektep hayatımın bende bıraktığı intiba şöyleydi; İstiklal Mahkemesi’nde mevkuf iken, bir gece rüyamda çocukluğumu, hâlâ kolejde olduğumu görmüştüm.

Uyanınca hapishanede olduğumu ve kolejde olmadığımı gördüm ve çıldırasıya sevindim.

Bu hürriyetti bre!..

Bodrum’a vardığım zaman 34 yaşındaydım.

Kalebent olarak gelmiştim ama kalenin ne benti ne de surları vardı, kale haraptı.

Bu durumda ya burda ya da geldiğim şehre geri gönderilip orada hapis edilecektim.

Savcı; "iyi birine benziyorsun şehrin içinde serbestsin, denize açılma, cezanı doldur sonra da geldiğin yere dönersin, dedi..

Savcı denize açılma dediği halde bir gün Bodrum'da da denize çıktım, üç - dört yaşındayken kayıkçının deniz aynasında gördüğümü ve kaybettiğimi buldum, orada kaldım..

Otuz küsur kitap yazdım, çiçek, ağaç ve yemiş yetiştirdim.

Gece rüyamda kendimi savaşan bir general gibi görüyordum.

Arkamda, yüzbinlerce portakal ve greyfurt ağaçları kökleri üzerine kalkmışlar, ilerliyoruz ve düşmanımız ölüme karşı vitamin ve ışık bombaları portakalları, greyfurtları, çiçekleri atıyoruz.

Kitaplarından bölümler:

1

Deniz emekçilerinin kimliklerinde erdemi, namusu, ahlakı anıştıran özellikleri buluruz

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Bilgi Yayınevi)

2

İnsan dünyaya oyun oynamaya gelir. Bazı insanların yaşamı romandır.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı

3

Annem, ’’Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar’’ derdi.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 7)

4

''İnsanların içinde vicdan denilen bir şey varmış, arada bir sancırmış. Diş, dalak ağrısından betermiş.''

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 10 - Bilgi Yayınevi)

5

Toprak kadına benzer, bağrına attığın tohumu sana çiçek ve yemiş diye yetiştirir.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 14)

6

Deniz baştan başa masmavi bir gülüştü.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 24 - Bilgi)

7

"Eskicilik de olsa, zenaat bilekte altın bileziktir."

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 32 - Bilgi yayınevi)

8

"Orası dünya değil, cennet be yahu! Orada bizim gibi kötü ve günahkar insanlar yok!' dedim."

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 35 - Bilgi Yayınevi)

9

Ne biçim dünyaya doğmuştum ben? "Güzel" diyordum, güzel dediğime dönüp bakmıyorlardı bile. "İyi" diyordum, omuz silkiyorlardı. Birisinin dobra dobra dosdoğruyu söylediğini duyuyor, heyecanlanıp, "Doğru!" diye bağırıyordum. "Aman sus!" diyorlardı. Hele "Deniz!" deyince, bütün kaşlar çatılıyor, "Sakın ha!" diyorlardı. Peki, güzele bakma, iyiye aldırma, doğruya kulak asma, denizi anma; peki öyleyse ben ne edip ne söyleyecektim?

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 52 - Bilgi yayınevi)

10

"Doğum, hastalık, ölüm Allah'ın emri. Anladık! Fakat ne bileyim, özlediğin bir işte çalışmadan, içine doğduğun şu dünyanın ötesini berisini hiç görmeden, taş üstüne bir taş koymadan, bir ağaçcağız olsun dikmeden, bir günceğiz olsun şunun bunun eteğini öpmeden yaşayamamak ve böylece dünyadan defolup gitmek de Allah'ın emri değil a!.."

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 57)

11

"Derler a, kaptanın iyisi fırtınada, dostun gerçeği de fıkaralık, hastalık ve hapishanede belli olurmuş"

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 59 - Bilgi yayınevi)

12

Farkında olmadan Fatma'ya;"Nedir acaba bu yıldızlar?" diye sordum. Gülüşü çıngıldadı."Göklerde mısır, buğday patlatıyorlar galiba" dedi. Yıldızlarda, annemin evde patlattığı mısır buğday kokusunu andıran bir sıcakkanlılık vardı. Sanki göklere avuç avuç mısır taneleri savrulmuştu. Güney gecesinin ateşli koynuna değen taneler, neşe ve ateşle patlayan yürekler gibi çat pat çakıyorlardı.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 60-Bilgi yayınevi)

13

Bir insan bağrının bu kadar kara bir acıyı nasıl barındırabileceğine şaştım. Donmuş, kara bahtlı bir yüz. Dayanabileceğinden çok daha fazlasını çekmiş bir çocuk yüzü. İnsan o kadar acıyor ki, bakışının önünde, onun kadar mutsuz olmadığına utanıyor ve ona adeta "Beni Affet!" diye yalvarası geliyordu.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 71 - Bilgi Yayınları)

14

"Fırtına kopmazken epey önce köpekbalıkları derinlere kaçarlar. Akdenizliler bu balıkların başlarından aldıkları bir yağı şişelerde koyup saklarlar. Hava bozulacaksa yağlar bulanır. Denizcilerin ilk icat ettikleri barometre işte budur."

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 89)

15

Fakat bu gördüğüm yeni yeni yerlerin tadı tanıdığım yeni yeni insanlar ve edindiğim yeni yeni arkadaşların yanında birer hiçti. ‘’Huyu,suyu aykırı, dilleri başka olanlar birbirlerine ısınmazlar’’ derler a. Yalan! Beraber çalışıp beraber çile çeken insanlar bir birlerine öyle bağlanıyorlar ki, bir kısmı buz, bir kısmı da ateş olsa, birbirine uyup can ciğer kardeş oluyorlar. Ben öyle arkadaşlar edindim ki onların birisi yanıma gelince, yanıma birisi gelmiş gibi değil, yanımdan yabancılar ayrılmış da kendimle baş başa kalmış gibi oluyorum.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 101)

16

Onda, herkeste arayıp arayıp da pek az bulduğum veya hiç bulamadığım ve yine özleyip durduğum bir şeyin pek çoğu vardı.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 122)

17

Ağacın kökü topraksa insanında kökü ekmektir be yahu..

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 142)

18

Nitekim deniz de bağrına atılan taşı unutur ama o taş yine oradadır ve oradan bir daha çıkmaz.

Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 159)

19

Anadolu denince gözümün önüne tepesi karlı yüksek dağlar ve masmavi gökte hür bir şekilde uçan bir kartal gelirdi. Kimi sefer de Anadolu, upuzun, mağrur bir zeybek kılığına girerdi

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı

20

Afrika'da kara Afrikalılar bir yabancıya rasgelince, onun ne olduğunu, kim ve nereli olduğunu sormazlar, sadece, 'Siz nasıl dans eder ve türkü söylersiniz?' diye sorarlarmış.Onlarca bu sorunun cevabı, yabancı hakkında bilinmesi önemli olan her şeyi açıklarmış.

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 13 - Bilgi Yayınevi / 14. Basım)

21

*Mitolojiye göre,Sevgi ve Sevinç Tanrıçası Afrodit,deniz köpüklerinden apak doğar.

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 15)

22

"Sözle söylenebileceklerin en alası şiirle anlatılır.

"Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 30 - Bilgi Yayınevi)

23

"Bir insanın adını bilmekle o insan hiç tanınır mı? Bir insanı bana takdim edilmesiyle onu tanımış oluyorum. Tanıtılmamışsa o insan bana yabancı oluyor. Ona bir yakınlık duyamam, onunla konuşamam, hatta ona hafif tertipten somurtmam gerekiyordu, bana yabancı gelen insan yoktur. İnsanları dünya gözüyle bir kere görürürüz. İşte o kadar. Bir mahkemede savcı beni, 'Tanımadığı insanlarla konuşur.' diye suçlamıştı. Kabahat mı, diye şaşakaldım."

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 110 - Bilgi Yayınevi)

24

*Güneş batarken insanın içini bir hasret kaplar.Giden ışıkla birlikte ışığa gitmeyi özler, insan ışıkla birlikte gidemediği için adeta müteessir olur.

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 111 - Bilgi Yayınevi)

25

"Bir ev deniz kıyısında olur da, çirkin mi olur hiç?

"Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 162 - Bilgi Yayınevi)

26

"Çevremdeki dağlar kıpkırmızı başlar kaldırdılar; gök gürültüsünü andıran bir ışık dağdan dağa geçti. Yeryüzünün karanlığından gün kıpkırmızı yaratılıyordu.

"Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 163 - Bilgi Yayınevi; 23. Basım)

27

*Vakit öldürüyoruz, diyorlardı. Kimin haddine düşmüş vakti öldürmek! "Vakit" onu yaşatmayı bilmeyenleri öldürür; bitkileri, insanları, imparatorlukları, uygarlıkları, çağları hep yok eder

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 167)

28

*"İnsanoğlunun yediği ışık; beyninde icat, keşif ve sanatlar kılığında parlar. İşte bu nedenle, her dilde beyni ışık salana 'aydın' derler."

Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı (Sayfa 278 - Bilgi Yayınevi)

29

Çok tuhaftır, fakat insanın üzülme yeteneğinin bir sınırı vardır. Belki de büyük kederler, bir taraftan insanı acıtırken, bir taraftan da duygularını uyuşturuyordu, ateş bile insanı bir sınıra dek yakar, o sınırı aşan ateş - şu beyaz ateş dedikleri - artık insanı yakmaz. İnsanın üzülme yeteneğinin sınırı aşıldı mıydı , ne eklenirse eklensin artık koymuyordu, vız geliyordu.

Aganta Burina Burinata

30

Felaketin bazen kendine ait bir havası vardır. Onun yaklaşmakta olduğunu insan yüreğinde soğuk soğuk duyar; şen ve güneşli bir gün, güneşin üzerinden bir kara bulutun geçmesiyle, dünyanın benzinin solup kül oluvermesi gibi.

Aganta Burina Burinata - Halikarnas Balıkçısı“Aganta Burina Burinata, Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın 1946 yılında yazdığı bir romandır. Halikarnas Balıkçısı adıyla tanınan deniz ve Bodrum tutkunu Cevat Şakir; yapıtına bir denizci teriminin ("serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tut") adını vermiştir.

Halikarnas Balıkçısı için ünlü isimlerin söyledikleri

“Her yazardan yalnız bir kere hikâye yayımlama prensibimizi Halikarnas Balıkçısı için bozuyor ve bundan gurur duyuyoruz.” (Short Story International)

“Halikarnas Balıkçısı bana ne zaman rehberlik yapacak ise, Türkiye’ye o zaman gelmek isterim.” (Georges Pompidou, Fransa’nın Eski Devlet Başkanı)

“Halikarnas Balıkçısı, çağdaş Homeros’tur.” (Ullo, Belçika’nın Eski Turizm Bakanı)

“Hepimizden çok daha büyük bir şairdir.” (Nazım Hikmet)

“Nobel için ilk adaydır.” (Yaşar Kemal)

“Kınından çekilen kılıç gibi bir merhabadır.” (Bedri Rahmi Eyüboğlu)

“Halikarnas Balıkçısı, ekmek ardında koşanların güneş yanığı, kuru yüzü, güneşte yer yer sararmış darmadağınık saçları, güleç yüzü!” (Orhan Kemal)

“Dünyanın sisini pusunu ne temizler? Poyraz bir, Balıkçının Merhabası iki!” (Sabahattin Eyüboğlu)

“O bir canlılık kaynağıdır. Hep değişen, düşünce ve sanatın çeşitli alanlarında ufuklar ve çığırlar açan bir canlıdır o.” (Azra Erhat)

“Onu kaybetmek öyle bir şey ki, sanki büyük bir heykel kaldırıldı büyük bir alandan.” (Necati Cumalı)

“Bir yaşama ustasıydın.” (İlhan Berk)

“2500 yılı aşan oldukça geniş sayılabilecek bir alanda gidiş gelişler yapar, kuş gibi uçar orada.” (Melih Cevdet Anday)

“O geniş bir yaşam deneyimi olan; İtalya’da resim, İngiltere’de tarih, İspanya’da bitki bilimiyle içli dışlı olmuş bir insandır. Ayrıca Oxford Üniversitesi’nin Yeni Çağlar Tarihi Bölümü’nü başarıyla bitirmiş ilk Türk’tür.” (Sabiha Sertel)

“Herodot en ünlü Halikarnaslı. Ama bir büyük Halikarnaslı daha var. Gerçek bir Halikarnaslı, hemşehrimiz Halikarnas Balıkçısı.” (Haluk Elbe)

CEVAT ŞAKİR’DEN İZMİR YAZISI

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in, “Ege denizi, İzmir Körfezi’ne girdiğine pişmandır!..” başlıklı yazısı

Halikarnas Balıkçısı o tarihte İzmir’de yaşıyor ve bu yazıda İzmir körfezinin kirliliğini ilginç cümleleriyle anlatıyordu:

“.. Adam başına 1 kilo atık hesap etsek, İzmir nüfusuna göre, günde 250 ton demektir..

İzmir’in Riviyerası sayılan Karşıyaka’da insanların kokudan böğürüp kusmamaları şaşılacak şeydir.

Koca Akdeniz’in İzmir körfezine giden sularının, Akdeniz’den başka üç özel ismi vardır: Ege Denizi, Adalar Denizi ve Arşipel..

Bu denize niye Akdeniz denildi?

Çünkü kimi geceler hep yüz yüze sevişen büyüyen ve çoğalan deniz yaratıkları, döktükleri yumurtaları ve sütleriyle engini karla örtülü bir ovaya çevirirler.

Fakat o kar soğuk bir kar değildir, ıpılık, sıcacıktır.

Ölü bir solgunluk ta değil, dipdiri bir ateştir.

Deniz bir can volkanına dönmüştür.

Aysız gecelerde denizi ay ışığından daha çok ışıldatan bu nur, enginin koynunda hayat doğuşunun aydınlık muştucusudur.

Artık derin deniz, bir can uçurumuna dönüşmüştür.

Şiddetle çakan bu can fosforunu gören Doğulular, işte bundan dolayı bu denize “Akdeniz” dediler.

Ege hakkında birçok efsane vardır.

Herhalde bu ad çoktan unutulmuş bir Anadolu diline aittir.

Adalar Denizi deyimini anlatmaya gerek yoktur.

Arşipel, ise eski deniz demektir.

ŞARAP RENKLİ DENİZ

İzmirli Homeros, Ege denizine “Şarap renkli deniz” der..

Akdeniz, İzmir Körfezi’ne tango oynarmış gibi bir sağa, bir sola, salına salına girer.

Önce Foça’yı solda, Karaburun’u sağda bırakır, güneye doğru ilerler.

Bu arada Kösten Adası’nı ve Urla’nın karşısındaki adaları mavi kollarıyla sarar.

Ne var ki Tuzla Burnu’nda ve Çamlatı’da güneye gitmekten cayar, doğuya yönelir.

Solunda Karşıyaka kenarı köpüklü yeşil-mavi eteklerini “fışş..ş..ş..ş” diye süreyerek, sağında İnciraltı’nda şıpıl şıpıl dans ederek körfezin sonuna, İzmir Kordon’una ve Bayraklı’ya varır.

Ve işte oradadır ki, körfeze girdiğine de gireceğine de bin pişman olur.

Bunun nedenin anlatacağız biraz ötede.

Körfezin ağzından ta sonuna kadar denizle sarmaş dolaş olan dantela gibi kıyılar yüzlerce deniz mili tutar.

Körfezin ağzına doğru yazın serin rüzgarı püfür püfür masmavi esen, çevresi yeşil çelenkle bezenmiş cennet gibi küçücük koylar vardır..

İnce kum ve rıhları (mürekkep kurutmada kullanılan bir çeşit ince kum) çıplak ayakları yupyumuşaklıkları ile okşar, dalgaların kekiğiyle, ısırıcı yabannanesiyle mis gibi kokar.

Gelgelelim sıcakla bunalan İzmirliler buraya varamazlar; çünkü buraları uzaktır.

Buralarda denize girmek için bol para ve zaman gerektir.

DENİZ HAMAMLARI

Önceleri İzmirliler, Karşıyaka ve İzmir Kordon’undaki deniz hamamlarına giriyorlardı.

Fakat şimdi bu hamamlar kalktı.

Bunun nedeni denizin buralarda hiç de temiz olmamasıdır.

Ege Denizi, İzmir Körfezi’ne girdiğine pişmandır.

Körfez’in sonuna kadar gidebilen sular burada hapsoluyorlar da ondan..

Herhalde körfez’in sonundaki su, Hititler zamanında oraya girmiştir ve binlerce yıldan beri bir çaresini bulup bir türlü çıkamamış, engine dönememiştir.

Yani pek antika sudur bu.

Akşamları imbat rüzgarı esince, suları İzmir Kordon’una doğru iter, sular kabarır ve fısıldaya gürleye “Yallah” diye Kordon’un üzerine iner.

Dalgalar kollarıyla bir geniş daire çevirerek Kordon’u siler.

Bir dalga! Bir daha, bir daha!

Manzarayı görenin “Yaşa bre Deniz” diyesi gelir.

Ne var ki su buhar olmadıkça bulut olarak yüksekte durmaz.

Kabaran sular, altındaki suları yükleriyle ezer.

Bu sefer yüzden kabaran dalgalar irkile irkile Kordon’a saldırırken, alttaki sular aksi yönde Kordon’dan açılıp karşıdaki Karşıyaka’ya varır.

Oradan kıyının kavisince dolanıp İnciraltı’ya ve oradan Güzelyalı’ya varır.

Yani rüzgar nereden eserse essin, sular yelin kamçısı altında çembermiş gibi dolanır durur..

İyi ki vaktiyle Gediz Irmağı’nın yatağını değiştirmişler.

Yoksa İzmir çoktan Miletos şehrinin uğradığına uğrar ve İzmir körfezi, Bafa gölü gibi bir göl olurdu..

KAPTAN KAÇ KULAÇ?..

Şimdi İzmir’in nüfusu 300 bin küsurdur..

Bunların 100 bininin lağımdan değil, çukurdan yararlandıklarını hesap etsek (iyi ki çok kuyu yok, yoksa herkes komşusunun çukurundaki sudan yararlanırdı) yine yağımlar yolu ile 250 bin kişinin atığı her Allahın günü Körfez’deki antikalaşmış suları bulmaktadır.

Adam başına 1 kilo atık hesap etsek, günde 250 ton eder.

Bir yılda 90 bin küsur ton eder.

Bunun karanlık ve sisli havada limanının eskisine ve yenisine giren taka, tırhandil ve skutulara çok faydası olur.

Kaptan nerede olduğunu anlamak için Miço’ya, altı yağlı iskandil sarkıtmasını söyler.

Miço, iskandili dibe atar:

Kaptan: Kaç kulaç?..

Miço: Altı kulaç, dip çakıl..

Biraz sonra iskandil yine atılır.

Kaptan: Kaç kulaç?

Miço: Dört kulaç, dip yosun..

Kaptan: Karşıyaka açıklarındayız..

Nihayet kaptanın sorusuna Miço şöyle cevap verir:

Miço: Üç kulaç, dip bok!..

Kaptan: Hah, limana vardık.. Funda demir!.. der.

İşte yukarıdan beri anlattıklarım dolayısıyladır ki, Karşıyaka ve Kordonboyu’ndaki deniz hamamları ortadan kalkmıştır.

Fakat yine de büyük cesaretle denize girenler vardır.

Ufalanmış atıkların insana pek musallat olduğu yoktur.

Fakat cüsseli atıklar insana tebelleş oldular mıydı, onlardan kurtulmak güçtür.

İNCİRALTI BANYOLARI

Şimdi İzmir’de denize ancak İnciraltı’nda denize girilir.

İnciraltı banyoları orta halk için pahalıdır.

O banyoların kıyısındaki pis pis barakaların ise manzarası kötüdür.

Deniz suyu tahlil edilmemiştir.

Edilse Kordonboyu sularından ancak bir iki gömlek daha temiz olduğu anlaşılır.

Sonra kumu yok gibidir.

Zaten beton yapılar için kamyonlar öylesine kum taşıyorlar ki, Kuşadası’nın güneyine kadar, - bekçili plajlar, onlar da galiba topu topu iki – plajlarda kum kalmamıştır.

Bu gidişler Amerika’dan kum ithaline mecbur kalacağız..

Pek sıcak günlerde, İnciraltı’nda denize girenlerin kalabalığı dolayısı ile orada deniz suyundan başka bol baldır bacak bulunuyor.

Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş..

Bu söz İzmir için pek doğrudur.

İzmir’de yüksek bir yere çıkıp açık denizlerin mavisine bakarak, hayalen o mavilerle gargara edip serinlemeli.

Çünkü tonlarca atık dolayısı ile kıyıların kokmayan yeri kalmadı.

İzmir’in Riviyerası sayılmaya tarihi açından gerçekten layık olan Karşıyaka’da bile, insanların kokudan böğürüp kusmadıkları şaşılacak şeylerdendir.

İnsanoğlu her şeye alışıyor..”

***************

Böylece iki aşık ruh toprakta buluşmuş oldu.

( Mert Alpdündar “Yeni Asır" gazetesi, 11 Temmuz 2020)

Halikarnas Balıkçısı’nın Hikayesi:

Halikarnas Balıkçısı, Bodrum sürgününde Girit kökenli Hatice Hanım ile tanıştı.

Birbirlerini çok seven aşıklar kısa bir süre sonra evlendi ve Hatice Hanım ilk çocuğuna hamile kaldı.

İstanbul Büyükada'daki Şakir Paşa Köşkü'nde, 1930 yılında dünyaya gelen İsmet Ayşe Noonan'a babaannesi Sare İsmet Hanım'ın ismini koydular.

Çocukluk ve gençlik yıllarının büyük bölümünü ailesi ile birlikte Bodrum ve İstanbul arasında mekik dokuyarak geçiren ancak babasının 1946'da İzmir'e taşınmaya karar vermesi ile kente yerleşen İsmet Ayşe Noonan, 1954 yılında Amerikan Kız Koleji'ni başarıyla bitirdi.

Aynı yılın 1 Mayıs günü babasının yanında rehber yardımcısı olarak çalıştığı Sart Harabeleri gezisinde mavi gözlü sarışın İrlanda asıllı Amerikalı John Noonan ile tanıştı.

John NATO'da askerlik yapıyordu.

John Noonan, nişan törenlerinde mensubu olduğu Amerikan ordusunun subay formasıyla boy gösterdi.

İsmet hanımın mutluluğu ise gözlerinden okunuyor.

23 Ekim 1954'de Ayşe İsmet Kabaağaçlı ve John Noonan, Efes Oteli'nde evlendi.

Ardından Alsancak'taki Anglikan Kilisesi'nde formalite gereği kilise töreni yapıldı.

Yeni evli çift, Türkiye'nin ilk kadın ortodontist Ayşe Mayda'nın köşkünün ikinci katında oturmaya başladı.

John'un İzmir'deki görevi tamamlandığında kucaklarında ilk çocukları Cevat vardı.

Ayşe İsmet Noonan eşinin görevi icabı Amerika'ya yerleşti.

Çiftin Amerika'da masmavi gözlü ikinci çocukları Joanne Aliye, sonrasında da 1960 yılında üçüncü evlatları Diana Deniz dünyaya geldi.

1968 yılında tekrar Türkiye'ye dönen Noonan ailesi 1968 yılında İzmir'e gelerek Merhaba Apartmanı'na taşındılar.

Adana'da bir süre görev yapan John'un Amerikan Hava Kuvvetleri'nde geçirdiği 22 yılın ardından emekliye ayrılması ile birlikte John ile İsmet Ayşe çifti, hayatlarını İzmir Bodrum arasında sürdürdü.

Bu aşk aşk hikayesinde çiftin mutlulukları John Noonan'ın vefatı ile yerini hüzne bıraktı.

Uzun yıllar Türkiye'de yaşayan John Noonan, Hıristiyan olmasına rağmen tıpkı bir Müslüman gibi İslami usullere göre 2014 yılında Konak'taki Hacı Ahmet Tatari Camisi'nde kılınan cenaze namazından sonra Karabağlar'daki Paşaköprü Hristiyan Mezarlığı'na defnedildi.

Eşine olan özlemini her seferinde dile getiren İsmet Ayşe Noonan da yaklaşık 1 ay önce yaşlılığa bağlı rahatsızlıkları nedeni ile İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi görüyordu.

Babası gibi bir Bodrum sevdalısı olan İsmet Ayşe Noonan, önceki gün 90 yaşında çoklu organ yetmezliği nedeni ile hayatını kaybetti.

"Halikarnas Balıkçısı'nın Kızından Anılar Akın Akın" adlı bir de kitabı olan 3 çocuk annesi İsmet Ayşe Noonan geçtiğimiz gün öğle namazına müteakip Konak'taki Hacı Ahmet Tatari Camisi'nde kılınan cenaze namazı sonrası son yolcuğuna uğurlandı (2020).

Cenaze namazından sonra İsmet Ayşe Noonan naaşı vasiyeti üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da görüşü alınarak Karabağlar'daki Paşaköprü Hristiyan Mezarlığı'nda yatan eşi John'un yanına gömüldü.

Böylece iki aşık ruh toprakta buluşmuş oldu.( Mert Alpdündar “Yeni Asır" gazetesi, 11 Temmuz 2020)